04Basın

Yeterli bilgiye sahip olarak karar alabilmek ve siyasal hayata tümüyle katılabilmek için sansürsüz, çoğulcu ve güvenilir bir basın talep ediyoruz.

Özgür ifade ve iyi yönetim

Millattan önce 400 yılına ait Çin Devletler Söylevi’nde Zhou Kralı Li’ye Zhao Dükü “İnsanların ağızlarını kapamak bir dereyi tıkamaktan beterdir” der. Konfüçyüs ise Analects [14:22] eserinde “Doğruyu söyle, bu doğru birilerini incitecek bile olsa” diye tembihler. Ortaçağ’da kendi kendini yöneten Rus Cumhuriyeti Novgorod’un Yönetim kurulunun adı ise vechedir. Veche kelimesi Slav kökenli dillerde bulunan “ifade” kelimesinden, “parlamento” kelimesiyse Fransızca’daki parler, yani konuşmak fiilinin kökünden gelmektedir. Dolayısıyla, birçok medeniyetin ve ülkenin tarihinde iyi yönetimin özgür ve korkusuz ifadeye ihtiyaç duyduğunu görüyoruz.

Buna rağmen, insanlar kendi kendini yönetmelidir fikrini özgür ifadeyle bağdaştıran ilk toplum günümüzden 2500 yıl öncesinde yaşamış Eski Yunan Şehir Devleti Atina’nın vatandaşları oldu. Eski Yunanlılar bu yönetim biçimine “insanların kendi kendini yönetmesi” anlamına gelen demokrasi (demos=insanlar + kratos= yönetim) adını verdiler. Bu yeni yönetim biçimini fiziksel anlamda bir araya gelerek oluşturdukları “meclis”te gerçekleştirdiler. Meclis başkanının “Kim mecliste konuşmak ister” sorusuna her özgür erkek ayağa kalkıp aklından geçenleri söylemek suretiyle bir cevap verebilir, bir devlet politikası önerisinde bulunabilirdi. 30 bin özgür erkekten 8 bin kadarının bu şehir meclisi toplantılarına katıldığı sanılıyor.)

Evet, bu mecliste sadece özgür erkekler vardı. Kadınların ve özgür olmayan erkeklerin meclise girebilmek için birkaç bin yıl kadar daha beklemeleri gerekiyordu. Fakat her şey bir yana, Atinalılar parrhesia ve isegora dedikleri çok önemli iki fikre öncülük ettiler. Parrhesia, pan-rhesia kökünden üretilmişti ve her şeyi söyleyebilmek anlamına geliyordu. Bu kelimeyle Atinalılar, insanların doğru olduklarına inandıkları her şeyi ifade etmekte özgür ve korkusuz olmaları gerektiğini kast ediyordu. Isegoria ise herkesin konuşmaya ve duyulmaya eşit hakkının olduğunu belirtiyordu. Bu birbiriyle kardeş olan iki fikir, günümüzde ifade özgürlüğünün vazgeçilmez bir parçası ve üstelik tüm erkeklere ve kadınlara tanınan bir hak.

Medya neye denir?

Bazı yerlerde; mahallelerde, köylerde, okullarda ya da üniversitelerde, sıradan insanlar bir araya gelip birbirleriyle özgürce konuşabillir.  Ancak birçok toplum, ki ülkeler de buna dahil olmak üzere, artık insanların biraraya gelip konuşulanları oylayarak karar almalarına imkan tanıyamayacak kadar büyük. İşte bu yüzden medyaya ihtiyaç duyuyoruz- yani, aracılık edecek iletişim kanallarına.

Günümüzden beş yüz yıl önce Gutenberg Almanya’da matbaayı icat etmişti. Matbaanın keşfi kelimelerin, görüntülerin artık kağıda basılabileceği anlamına geliyordu. Bir başka deyişle, matbaa kitapların, reklamların, broşürlerin ya da gazetelerin çoğaltılabilmesi ve daha büyük kitlelere ulaşabilmesi demekti. 1791 Amerika Birleşik Devleteri Anayasası’nın Birinci Tadilatı Gutenberg’in bu icadına özellikle şapka çıkarır. Bu tadilat şöyle der “Millet meclisi ifade özgürlüğünü ya da basın özgürlüğünü kısıtlayacak hiçbir kanun yapmayacaktır.” Geçtiğimiz yüzyılda radyo ve televizyon daha geniş kitlelere ulaştı. Radyo ve televizyon aracılığıyla yazan ve yayın yapanlara gazeteci adı verildi.

Günümüzde internet bağlantısı ya da cep telefonu olan herkes düşüncelerini ve çektikleri görüntüleri paylaşabilir. Bu bağlamda, artık hepimiz birer gazeteciyiz. Yakın tarihte Çin ve Türkiye’de meydana gelmiş depremler bunun en açık göstergesi. İsimsiz blogçular ve diğer sosyal ağların kullanıcıları bu depremlerle ilgili haberlerin yayılmasında çok önemli bir rol oynadılar. Bir başka örnek verecek olursak, dünyanın önde gelen gazeteci ödüllerinden George Polk Ödülüİran asıllı gösterici Neda Aghan-Soltan’ın ölümünü belgeleyenkırk saniyelik görüntü’yü çeken isimsiz bir gazeteciye verildi.

Çoğumuz sosyal ağ aracılığıyla üretilen bu medyanın alıcılarıyız aynı zamanda. Bundan otuz sene önce, birçok gelişmiş ülkede insanlar  haberleri yalnızca bir günlük gazeteden ve sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek radyo ve televizyon kanallarından alıyordu. Öyle ki, bazen bu haberler insanların kendi görüşlerini oluşturmasındaki yegâne neden oluyordu. Fakat bugün, düzenli ve sansürsüz bir internet bağlantısı olan herkes binlerce kaynağa erişebilir, gazetelere ve kanallara bir tıkla ulaşabilir. İyi örneklerden bazıları olarak Livestation (İngilizce ve Arapça yayın yapıyor), Current TV (İngilizce yayın yapıyor),LiveJournal ve TvTube (birçok dilde yayın yapıyor) gösterilebilir.

Medyanız ne kadar çoğunlukçu?

Medyanın çokluğu ve bu medyalar aracılığıyla duyabileceğiniz seslerin çokluğu olumlu ve –geniş anlamda- siyasi bir ifade özgürlüğü için beklenmedik bir fırsat yaratmakta. Yine de bu potansiyeli değerlendirmekten çok uzağız. Çünkü iş uygulamaya gelince bu gezegendeki çoğu insan sadece kısıtlı sayıda medya kanalından haber alıyor ve buradan duyduklarıyla görüşlerini şekillendiriyor. Devlet, iletişim şirketleri, İran’daki Ayetullahlar, İtalya’daki Berlusconi gibi hem özel hem de kamu güçleri bir şekilde bizim bilgi-alışverişimizin sınırlarını çiziyor.

Yukarıda belirttiklerimiz buzdağının sadece görünen yüzü. Daha “doğruyu gerçeklerde ararken” ve bu doğruyu güç sahibi kişilere aktarmaya çalışırken sansürlenen, yalpalanan, hapise atılan ya da vurulangazetecilerin ülkelerine gelmedik bile (burada gazetecileri geniş anlamda, her türlü yazıyı ya da görüntüyü sosyal medya aracılığıyla paylaşan herkesi kapsayacak biçimde kullanıyoruz).

Buyrun size ülkenizdeki medyanın ne kadar açık ve çoğunlukçu olduğunu anlatacak bir medya-ölçer. Bu araç Avrupalı araştırmacılar tarafından geliştirildi. Bu medya-ölçer ülkelerin “medya çoğunluluğu”nu ölçerken altı farklı kriteri değerlendiriyor. Mesela medya sahipleri ne kadar çeşitli ve medyanın kontrolünü sağlayan mekanizmalar ne kadar tekelleşmeden uzak? Ya da, ülkenin televizyonu, basın-yayını, interneti yalnızca devlet veya birkaç medya patronunun ve kurluşunun elinde mi? Örneğin Meksika’da devlet televizyonuTelevisa ve Azteca adlı medya kuruluşlarının elinde. Bir başka kriter de şu soruyu yönlendiriyor: medya ülkedeki tüm etnik grupları, dinleri ve dilleri eşit bir şekilde temsil ediyor mu? (Bu soruya neredeyse tüm ülkeler için cevap: hayır) Bir düşünün, peki bu durum sadece sizin ülkeniz için mi geçerli? Peki ya artık sınırları önemli derecede kalkmış dünyamızın diğer yerlerinden gelen haberler ve görüşler?

İşte ancak o zaman siyasi bir çoğunlukçuluktan bahsedebiliriz. Yalnızca bir parti ya da birtakım çıkar sahipleri medyanızı ele mi geçirmiş? Bütün televizyon kanalları ya da gazeteler şu ya da bu şekilde yalnızca bir görüşü mü yansıtıyor? Peki eğer bütün siyasi görüşlerin kendi televizyon kanalları, radyo istasyonları, gazeteleri ve internet siteleri varsa, medyanın tekelliği ya da çoğunlukçuluğu ne kadar önemli? Rupert Murdoch’un Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Fox Haber Kanalı “Adil ve Dengeli Haber” diye başlar, ama bilinen gerçek şudur ki, Fox’un haberciliği adil ve dengeli olmaktan oldukça uzaktır. Peki  sırf karşı görüşleri de aynı biçimde önyargılı yansıtan haberlere erişimimiz var diye, biz bu tür bir medyaya olur mu diyeceğiz?

Yoksa bazen ”tarafsızlık” olarak adlandırılan bir kritere ulaşmaya mı çalışmalıyız? Tarafsızlık bilimsel anlamda bir nesnellik anlamına gelmiyor, ki zaten insan ilişkilerinde böylesi bir nesnelliğe erişmek imkansız, fakat ciddi anlamda (a) gerçekleri yorumdan, haber aktarımını görüş belirtmekten ayırmaya ve (b) ister bir televizyon kanalında, bir dergide ya da ister bir internet siteside toplumun genelinin konu dahilindeki karşıt görüşlerinin birlikte sunulduğu bir platformu sunmaya dair bir girişim anlamına geliyor.

Denetim ve kendi kendini denetim

Yerleşmiş liberal demokrasilerin dahi işleyişi birbirinden farklıdır. Bu demokrasiler aynı zamanda devletlerinin, mahkemelerinin ya da resmi merciilerin görevleri ve bu görevlerden piyasa ve toplum için arta kalanlar konusunda da birbirlerinden ayrılırlar. Örneğin, bugüne kadar basının kendi kendini denetlemesine izin veren İngiltere, Ofcomolarak bilinen bir merciiye radyo ve televizyon kanallarının kamu denetimini yaptırmaktadır. Britanya medyasının başyazı içeriklerini inceleyen bir kişi şunu diyor “Amerika Birleşik Milletleri’ni ne zaman ziyaret etsem, bana Ofcom’un Amerika’daki dengi olan Federal İletişim Komisyonu (FİK) eğer yayıncıları tarafsızlığa zorlarsa, bunun kanun önünde ifade özgürlüğünün ihlali olacağını hatırlatılır.”

Hindistan’da, sınırları çizilmemiş ve bir düzene sahip olmayan Hindistan medyasının kendi kendini denetleyip denetleyemeyeceği tartışılıyor. Ülkenin Basın Konseyi Başkanı medyayı “insan-karşıtı” olarak tanımlıyor. The Hindu gazetesinin baş editörü, N Ram bile “Bizim bir şekilde disiplini sağlayacak bir merciiye ihtiyacımız var. Kendi kendini yönetim bu şekilde yürümüyor” diyor.

Her ülkenin işleyişi birbirinden farklıdır ve neyi nasıl yaptığı zaman içerisinde değişir. Evrensel mutlak ve “doğru” bir yöntem yoktur. İşte bu yüzden asıl önemli olan sonuçtur, yani açık ve çoğunlukçu bir medya. Bu yüzden biz, tüm insanlar olarak, medyayı incelemeli ve daha fazla açıklık, çoğunlukçuluk, temsil, ihtimam, derinlik ve cesurluk için medyaya baskıda bulunmalıyız.

Artık hepimiz birer gazeteciyiz

Artk günümüzde kendimizi sadece daha açık, çoğunlukçu ve daha iyi bir medya istemekle sınırlandırmak zorunda değiliz. Çünkü artık biz de bunu yapabiliriz, böylesi bir medyanın yaratımı için çalışabilir, bu medyanın bir parçası olabiliriz. İşte bu yüzden henüz taslak halinde olan (ve sizin desteğinizle birlikte son halini vermeyi amaçladığımız) prensibimiz “Böylesi bir medyaya ihtiyaç duyuyor ve yaratıyoruz….” diyor. Hiçbir dergi size göre değil mi? O zaman kendiniz bir tane dergi başlatın. Evet, böyle siz kendi medyanızı yaratın öyleyse diyen birçok siber-ütopik safsata var. Fakat durum şu var ki blog yazarlarının, tweeter kullanıcılarının ya da internet ve cep telefonları aracılığıyla “sesini duyuran”ların çoğu Babil’in Kuleleri’nin bir köşesinden çıkan tekil ve münferit seslerden öteye gidemiyor. Pek az kişiye sesini duyurabilenlerin “kuyruğu” uzadıkça uzuyor. Aynanın suretiyse, sesini kitlelere duyurabilenlerin sayısının çok az olduğunu gösteriyor!

Her şeye rağmen kişisel girişimlerin büyük kitlelere ulaştığı örneklerin sayısı da azımsanamayacak kadar çok. Kuşkusuz internet öncesi dünyada bu denli geniş kitlelere ulaşım mümkün olamazdı. Birkaç örnek verecek olursak: Güney Kore’deki OhmyNews tamamen halk gazetecileri (yani aslında mesleği gazetecilik olmamakla beraber, sosyal ağlar ve cep telefonları aracılığıyla görüntüler kaydeden, haberleri aktaran kişiler) tarafından yayınlanmakta. Wael Ghonim tarafından kurulmuş “Hepimiz Khaled Said’iz” Facebook sayfası Hüsni Mübarek’in devrilmesine yol açacak gösterilerin ilk alevini oluşturmuştu. Aynı şekilde, Amerika’daki Drudge Report (Angarya Raporu), Çinli blog yazarı Han Han, ya da Rus blog yazarı Alexei Navalny yüksek mevkiilerdeki yolsuzlukları ifşa etmişti.

Lütfen siz de buraya önemli bulduğunuz halk gazeteciliği örneklerini ekleyiniz. Bu eklemeleri yaparken, lütfen aynı zamanda bu örneklerin neden “İnterneti biz yaratıyoruz” listesine dahil olmaları gerektiğini açıklayan kısa bir açıkama yazısı yazınız.

İnternet filtrelerine ve Çoğunluk aklına karşı

Açık ve çoğunlukçu medyaya ihtiyaç duyduğumuz bir nokta yer daha var: İnternet. Artık internetin de gerçeklikle uzaktan yakından ilgisi olmayan, yanlış ve çarpıtılmış düşünceleri destekleyebileceğini gösteren yeterli sayıda kanıt bulunuyor. Akli dengesi tam yerinde olmayan birisi internet aracılığıyla dünya üzerinde Che Guevara’nın halen yaşadığına ya da bir Hollanda peyniri çeşidi olan Edam’ın kansere yol açtığına inanan 937 farklı kişiyle tanışabilir. Bu kişiler Cass Sunstein’in “enformasyon kozası” dediği dipsiz ama batanı aşağıya doğru çeken bir bataklığa saplanmış gibidir, sürekli birbirlerinin yanlış, hatta bazen zehirli dünya görüşlerini bulaştırır durur ve bulaştırdıkça da bu görüşlere daha fazla inanırlar. İşte, bu durum tam da birçevrimiçi çoğunluk aklıörneğidir.

Bazıları internet arama motorlarının, internet sayfalarının ve cep telefonu/tablet bilgisayar uygulamalarının kişiselliştirilmesinin çoğunluk aklını daha da pekiştireceğini savunuyor. Şirketller bu tip müşterilerine daha incelikle seçilmiş, daha özenle kullanıcının istatisiklerine göre belirlenmiş reklamlar sunarken aslında bir yandan da zaten dahil oldukları bu çoğunluk aklından öteyi görememelerine sebep oluyorlar. Hepimizfiltrelenmiş bir şekilde “Günlük Ben”imizde gezinirken artık ortak alan dediğimiz hiçbir şey kalmayacak. Sanal bir evrensel “meclis”te bir araya gelip fikir alış-verişinde bulunmak şöyle dursun, hepimiz kendi izole dünyalarımızda sadece kendimiz gibi düşünenlerin nefesini soluyor olacağız.

Kuşkusuz bu büyük bir tehlike. Ama umutsuzluğa kapılmak için bir sebep yok! Biz medya ve internet denilen birtakım karşıkonulmaz güçlerin atomize olmuş, pasif nesneleri değiliz. Kendi kendimizi ve çocuklarımızı medya ve internet okur-yazarlığı konusunda eğitebiliriz. Bu eğitim sonucunda medyanın ve internetin olumsuz etkilerinden haberdar olabilir ve bu etkilerin nasıl üstesinden gelme yollarını bulabiliriz. Örneğin, internetin olumsuz etkilerine karşı, birçok farklı görüşe yer veren internet yayınlarını, internette haber toplayanları ve zekice tasarlanmış küratör sitelerini destekleyebiliriz. FactCheck.org gibi gerçeği gerkçeğimsiden ayırt eden kaynakların geliştirilmesinde aktif rol üstlenebiliriz, Vikipedi’nin şu an olduğundan daha iyi bir kaynak olması için çalışabiliriz.

Sonuç olarak Gutenberg sonrası dünya bize ihtiyacımız olan açık ve çoğunlukçu medyayı yaratmak için eşsiz olanaklar sunuyor.


Comments (16)

Buradaki otomatik çevirileri Google Translate (Google Çeviri) yapmaktadır. Bu çeviriler size katılımcının söyledikleri hakkında genel bir fikir verecektir. Fakat bu çevirilerin doğruluğuna güvenilemez. Lütfen çevirileri bu notu aklınızda tutarak okuyunuz.

  1. Dick,

    You claim that “it is not … permitted to criticise Muslim immigration and Islam”. You “demand that anyone who wants to say that [Islam is incompatible with Western democracy] be able to do so, and feel no compulsion to be silent”. You “think people should be entitled to say what they believe about Islam”. I don’t understand what you mean.

    Who is stopping you from speaking your mind? Your views are right here, out in the open.

    Views very much like yours are all over the mainstream media. They are also being articulated by influential and widely-read bloggers. Just look here [http://bit.ly/VthfKR], here [http://bit.ly/18ocQxU], here[http://bit.ly/18m1J8u], here[http://bit.ly/10UkffD], here[http://bit.ly/124TpZH], here[http://bit.ly/16dH6f1], or here[http://dailym.ai/132KhBn] – all circulating widely just in the last few days.

    How can you say that people are prevented from reading and writing such things when they and you are saying and writing them every day? Do you feel that what is being published does not go far enough? If that’s the case, look at the comment threads (if you can read German, you will particularly like this [http://bit.ly/NQftA5]), or Twitter, or Reddit, or Youtube. Legions of users post violently anti-Muslim statements there, which get likes and upvotes. Sometimes one or two people are arrested and later released without consequences if they are deemed to incite hatred or violence, for which they have to go much further than you do in your post; the cases your link referred to involved direct threats. Why should those be legal?

    Views similar to yours are also represented by politicians in the UK [http://bit.ly/1aizioB], the Netherlands [http://bit.ly/10HcmLs], Germany [http://bit.ly/16yAkzd], France [http://bit.ly/112jXn0], Austria [http://bit.ly/188rzwM] & Switzerland [http://bit.ly/16oRl07] & Italy [http://on.ft.com/13YvwRh] (where these parties were or are in government), Denmark [http://bit.ly/10zF4kN], the US [http://bit.ly/19lJcrS] and, I believe, your own country, Finland.

    Many political parties cater to the “I’m not racist but…” and “We can’t even say/do what we want anymore” crowds; they have plenty of politicians who warn that “sharia law” will be imposed on their countries if they do not protect western liberal democracy against ‘Islam’, including by deporting fellow citizens they disagree with. And gain, if the likes of Farage and Le Pen do not go far enough for your taste, there are even more radical parties in most of these countries, who in some cases receive state funding and in all cases enjoy the same police protection as everyone else when they want to voice their opinions.

    You seem to think your views are being censored by the police, political correctness and/or a liberal bias in the news media. I just don’t see any evidence that that’s the case. There is absolutely no shortage of anti-Muslim sentiment in our public discourse. On the contrary, people espousing such sentiments have been allowed to inject their poison into the veins of most western body politics, clouding the judgement of policy-makers and an often ill-informed public, so that bearded men and veiled women and conservative Muslims are now widely perceived as ‘Islamists’, ‘radicals’ and/or ‘oppressed women’, and many in the west have been convinced that ‘sharia law’ is the devil incarnate, and ‘jihad’ some global plot hatched in the 7th century to kill all infidels. (Evidence here [http://bit.ly/ZdZQpa] and here [http://bit.ly/ZsVNI6].)

    So why do you say that people like you are being silenced when you clearly have a platform in the media, on the internet, on the street and in politics? It must be because, beyond the crowd in your own echo-chamber, you have no audience. Despite everything, not many people agree with views as extreme as yours, even though more and more agree with a diluted version of your views because of the platform given to anti-Muslim rhetoric in the media and online. 

    What’s more, most people probably dislike you rather instinctively. Starting a post with I’m-not-racist-but doesn’t help; nor does calling 2 billion people “naive”, or 12 million fellow citizens “enemies in our midst”. Maybe a bit of civility would do the trick, Dick? You may think you are being censored, but in reality you are just being ostracised by the majority who disagree with your weak arguments and/or your vicious rhetoric.

    All your claims rest on the assumption that you can extrapolate from the ‘Islam’ of criminals like Michael Adebolajo and Anjem Choudary to the faith(s) of billions of people living all over the world and throughout history. You assume that what hate preachers say and governments do under the banner of religion is the one and only interpretation of a kaleidoscopic and fluent faith and centuries of practice, law and scripture. Yet you only apply this twisted reasoning to Islam.

    If you applied your logic to Christianity, you would have to conclude that ‘Christians’ (i.e. everyone from 21st-century Quakers to 12th-century crusaders and Jesus himself) are and always were like Anders Breivik and Terry Jones; that they are and were and will always be evil because some (democratic!) majority-Christian countries have barbarous criminal justice systems (including the death penalty, extrajudicial assassinations and torture); that Christianity is inherently racist and homophobic and misogynistic because it was and is used by many of its followers to justify slavery and resist movements for equality to this day; and that many Christians want to remove the liberal democracy that is incompatible with their faith, and replace it with Biblical law.

    Those who really care about their faith, in my personal experience, care about all of it, especially the bits that ask them to do what they don’t want to do. Those who abuse religion to justify their crimes always seem to care about nothing but “an eye for an eye” and the randomly picked and decontextualised quotes that give them an excuse for what they want to do for reasons unrelated to religion. So what’s the point of lumping them all together and condemning the many for the actions of the few? Condemning all members of an arbitrarily and loosely defined group for the actions of some of its ‘members’ is either nonsensical or bigotted. But if you are going to engage in such generalisations, you will have to at least hold everyone to the same absurd standard, or people will put labels on you that you do not seem to want to carry. You can’t insist on your right to call something you think is a spade a spade but deny others the right to do the same.

  2. I agree with ‘we speak openly about all kinds of human difference’, but the problem comes with defining ‘with civility’, because that is the point where certain groups will want to take offence at certain inconvenient truths, for instance that Islam is not a religion of peace and brotherly love.

  3. I am against racism, and I have nothing against any religion other than Islam. I think people should be entitled to say what they believe about Islam and the very real actions caused by Islam. Many people have had enough of the politically correct discourse that Islam is a religion of peace, etc etc, but are afraid to say so because they would immediately be labelled Islamophobes. Due to our tolerance, the non-Muslim inhabitants of Western countries are allowing ourselves to be steamrollered by Muslims and their increasingly intrusive demands – sharia law, changes in our foreign policy, etc. It seems to me that they are enemies in our midst and not loyal citizens. Islam is simply incompatible with Western democracy, and I demand that anyone who wants to say that be able to do so, and feel no compulsion to be silent about this most pressing of issues.

  4. Some discussions about human difference cannot be civilly discussed; for example, racism should never be allowed.

  5. My opinion is that such kind of speech and expression of thoughts, jokes, etc. connected with immutable characteristics of people, shouldn’t be limited by law and society: it should be up to every person, what should he/she say and what shouldn’t. Up to his/her mind and conscience. Until it harms person.

  6. Freie Meinungsäußerung ist wichtig, solange der Redner dabei nicht die Recht e anderer Menschen beschneidet oder andere Lebewesen diskriminiert.

  7. A very interesting and controversial article posted by Janet Haney – Kenen Malik on multiculturalism. He suggests that we can either pledge equality of cultures or equality of people, but not both. Thanks Janet 🙂 !
    http://www.kenanmalik.com/lectures/multiculturalism_if.html

    • *Kenan thus represents the Enlightened universalist extreme. Maybe we can use this as an angle here for future comments.

  8. I disagree with most of the statements made in this article for one reason. All of the arguments made above are valid and work only if one assumes that a human is a rational and educated creature who will inform him or herself before making a decision or forming an opinion. That however is not true, and sadly enough many of us all fall under pressure by our envirnment and propaganda. These so called insults which one directs towards others under the excuse of freedom of speech are messages of hate. They in themselves want to hurt others and limit the freedom, human rights and the freedom of expression of a particular group. Therefore limiting the “freedom” in the “freedom of speech” is ironically an important part of achieving a more tolerant and civil society.
    Moreover, I completely disagree with the comment made about the Indian Penal Code. The history of the law is completely irrelevant. True, it might have been originally written for a different purpose but it doesn’t mean that it always has to be used just for that same purpose. If freedom of expression was once used as an excuse to limit the rights of colonized citizens, it does not mean that it now should be abolished because of its dirty history. In fact, as the author has stated it himself, there is huge room for interpretation in the issue of free speech, therefore this same law can be used in more noble ways.

  9. As a general principle I definitely agree that free speech should be a universal right. Contentwise, however, there should be restrictions.
    Considering the fact that communication occurs between two subjects, the sender and the recipient, both subject’s values matter in the process. The tricky part in the proposed principle therefore is ‘civility’.
    Civility itself restricts free speech. I think most people agree that the publication of the Muhammad cartoons were not an act of particular civility, because it offended the religious / moral values of the recipient group.
    How can we thus find the balance between the universal right to free speech and non-universal values of sender / recipients?

    • Hello Annemarie. I saw the Danish Cartoons for the first time this week. They were not shown in UK when the furore first broke out, and I didn’t think about them much again until recently (it was the DV8 dance event – Can We Talk About This? – that brought them back to mind, something I saw in London a few weeks ago). I would be disappointed if ‘most people’ agree that their publication was ‘not an act of particular civility’. But I would not be surprised that people had been frightened into saying such a thing after the alarming response of the murderous threats at the time. Remember – the cartoonist was threatened with a violent death: http://www.guardian.co.uk/world/2010/jan/04/danish-cartoonist-axe-attack

      • Hi Janet, apologies for my late response. I hadn’t seen on my account that you commented on my post.
        I just had an argument with a girl studying Human Rights at LSE. In summary, she clearly argued that if she was a cartoonist, she would never (!) publish something which would so obviously assault a certain group. Would you do so? Why do you think that this case was not ‘not an act of particular civility’?

  10. Excellent piece! I agree with almost all of the points made here.

    My only worry associated with this proposed “civil” and courteous free speech is the remarkable ability of the same spoken language to be simultaneously civil and uncivil to different audiences. Accounting for a gradient of such differences in perception, I wonder if the final test of civility in tricky situations will indeed be the lack of violence/ violent overtures. And if that is the case, it may as well be codified as such in law!

İstediğin dilde bir yorum yaz


Özgür İfade Platformu Oxford Üniversitesi, St. Antony's Koleji'ndeki Dahrendorf Programı'nın Özgürlük Çalışmaları için yürüttüğü bir araştırma projesidir. www.freespeechdebate.ox.ac.uk

Oxford Üniversitesi