Adil olmayan bir dünyada ifade özgürlüğü

İfade Özgürlüğü Platformu’nun taslak 10 presibi ayrıcalıklı konumda olanlarla güçlülerin işine yarar. Sebastian Huempfer yazıyor.

Dördüncü taslak prensibimizde açıkça ve nezaket çerçevesi içerisinde konuşmalıyız diyor, ve daha sonra şunu ekliyoruz, ‘‘açıkçası, ezici çoğunluğun güçlü bir üyesiyseniz bunu söylemek daha kolay.’’ Bence bu uyarı çoğu taslak prensibimiz için geçerli: zira bu prensipler çoğunluğa mensup kişiler, ayrıcalıklı konumda olanlar ve güçlüler için daha cazip. Eğer prensiplerin son hallerini herkes için anlamlı olmasını ve herkese hitap etmesini istiyorsak, bence öncelikle bu dengesizliği ele almalıyız.
Irsad Manji bize ‘‘gücenmenin, dürüst bir farklılığın bedeli’’ olduğunu anlattı. Ancak dünyanın bütünü ya da dünyadaki toplumlar sadece birbirinden “farklı” değil; eşitsizlikle ve adaletsizlikle dolu. Ve biz bu önemli farkı gözardı etmemeliyiz, çünkü her ne kadar farklılık ifade özgürlüğünü tamamlasa da, eşitsizlik bunu yozlaştırır ve gücenmek gibi sorunları ortaya çıkarır. Gerçek anlamda gücenme, bir toplumun derin hastalıklarının belirtilerinden biridir; adaletsizliğin bir  sonucudur, farklılığın bedeli  değil. Taslak prensiplerimizin çoğu bunu hesaba katmakta yetersiz kalıyor.
BBC’nin eski genel direktörlerinden Mark Thompson, ‘‘halihazırda birçok şekilde toplumdan dışlandığını ve kendisine önyargıyla yaklaşıldığını  hisseden, ve […] dini inancına gelecek herhangi bir saldırıyı ırkçılık olarak algılaması oldukça muhtemel’’ gruplardan birine üyeyse biri ‘‘ifade özgürlüğü adına yapılan bir şeyi, tehlikeli ve dışlayıcı olarak” algılayabilir diyor. Bazılarının güçlü, güvenli ve kendinden emin olduğu, diğerlerinin ezildiğini, kuşatılmış olduğunu ve dışlandığını hissettiği bir ortamda, bazıları taslak prensiplerimizin sağladığı düşünce tarzının diğerleri için özgürleştirici olduğunu ve fırsat sağladığını düşünürken, diğerleri de bu düşünce tarzının en iyi ihtimalle hiçbir  işe yaramadığını ya da en kötüsü gücendirici ve kırıcı olduğunu düşünecektir.
Sahip olan herkese daha fazlası verilecek mi?
Bazı prensipler – açık ve çoğunlukçu bir medya, sınır gözetmeksizin iletişim kurma –gerçekte hepimizin aynı olmadığımız gerçeğini görmezden geliyor. Sırf isteyen istediğini konuşabilir diye, duyulmaya ihtiyaç duyan ya da duyulmayı hak eden kişilerin otomatik olarak duyulacağını düşünmek yanılgı olur. Geçmişin en güçlü sesi, geleceğin yeni dünyası ne kadar cesur olursa olsun yine duyulacak. Hiçbir yeni teknoloji ya da atılan tweet sayısı bunu değiştirmez.
‘‘Dürüst bir farklılık’’ açık bir medya ve iletişim yollarının kaçınılmaz bir sonucu olamaz, çünkü bu yeni ve açık alana kimliklerimizi de taşıyoruz: güçlü ya da zayıf, kendine güvenli ya da güvensiz, zengin ya da fakir, fikir sahibi ya da cahil, alıngan ya da soğukkanlı biri olarak. Maç sahası düzgün olsa da, doping alanlar maçı yine de kazanacaktır. Özgür ifade için yaratılan yeni ve açık forumlar bu farklılıkları bazen aşındırabilir, ancak çoğunlukla yeni teknolojilerden evvel varolan eski kurallar ve kodlar geçerli olacaktır.
İşte bu nedenle birden çok televizyon kanalının olması doğruların duyulması için yeterli değil: Colin Powell’in masallarına 2003’te Press TV olsaydı bile inanırdım; çünkü o her şeyden önce ABD Dışişleri bakanıydı, İran tarafından desteklenen kanallarda çıktığında bile.
Tam da bu yüzden haber ve bilgi yaymaya yarayan açık ve katıllımcı teknolojiler her şeye çare değil: Mail Online’ı okuyan sayısı diğer haber sitelerini okuyanlardan çok daha fazla. Magazin basının ardındaki adam medya imparatorluğunu çevrimdışı ortamda kurdu, şimdi de çevrimiçi imparatorluğunu kurmakta.
Bu da vatandaş gazeteciliğinin neden en az elit gazeteciliği kadar yanlı olduğunu gösteriyor: 100 milyon insan Facebook’ta Kony 2012 videosunu paylaşarak Joseph Kony’nin dünyaca ünlü olmasını sağladı, ama şimdiye kadar hiç kimse Manama hastanelerine işgal emri veren şeyhler hakkında herhangi birşey paylaşmadı. Bizler her zaman belli yerlerdeki despotluğu ve konuşulamayan suçları gözardı ettik ve belli başlı yerlerin sorunları hakkında basite indirgeyerek ve büyüklük taslayarak konuştuk. 100 milyon insan Josephy Kony’nin karışık tarihini okumak için birçok Ugandalı bloğa ulaşabilirdi, doğru. Ancak 100 milyonun %99.9’u bu fazladan adımı atmadı.
Yani bizler açık ve katılımcı bir medyayı kullanarak sınır gözetmeksizin iletişim kuracaksak, çoğullukçu seslerin ya da eşit kişiler arasında kurulacak daha önce gerçekleşmemiş yapıcı bir diyaloğun aniden ve mucizevi bir şekilde ortaya çıkacağı ‘‘dürüst bir farklılık”la kendimizi kandırmamalıyız. Belki şüpheciler, muhalifler ve haksızlığa uğrayanlar şimdi daha önce hiç olmadıkları kadar çok erişim ve olanağa sahip olabilirler. Fakat tartışmanın tüm taraflarını dinlemek için kolektif bir çababımız olmadığı ve her doğruya bir şans tanımadığımız sürece, hepimiz her zaman hikayenin sadece bir yönünü okuyacağız, dinleyeceğiz ve de tweetleyeceğiz. 21. Yüzyıldaki medya ve diyaloğumuz daha farklılıklarla doluymuş gibi görünebilir ancak yine de yaşadığımız dünyanın gerçeklerini yansıtıyorlar. Bu gerçeklerinse en temel olanı bazılarının diğerlerine göre daha fazla güç sahibi olduğudur. Sırf herkese konuşmak için daha fazla olanak sağlandı diye bu dengesizlik değişmez.
Her sorunun üstesinden gelecek bir çözüm yok mu?
Diğer prensipler – nezaket çerçevesinde, şiddet içermeyen, gücenmeden, tabular olmaksızın – ise adil olmayan bir statükoyu destekliyor. Bazılarına nezaketin dar ve nesnel bir kavram olduğunu iddia etmek cezbedici gelebilir, bir başka deyişle dürüst ve açık bir tartışmanın herkese yarar sağlar. Karşımızdakinin cümlesini bitimesini beklersek ve bizim tanrılarımız ve peygamberlerimiz hakkında yaptığı şakalara tolerans gösterirsek, dünya daha yaşanası bir yer olurdu, değil mi?
Ancak taslak prensiplerimizin koyduğu bütün bu engellemeler, halihazırda mücadele verenler için geçerli sadece. Toplumda iyi bir konuma sahip olanlar gerçek anlamda hiçbir şeyden alınamazlar. Bu kimselerin şiddet unsurları barındıran konuşmalar yapmaya, bağırmaya, küfretmeye ya da rahatsız edici şarkı sözü yazmaya ya da müzik videoları çekmeye ihtiyaçları yoktur. Bu kimseler nezaketi severler, zira kelimenin anlamını kendileri belirlemişlerdir.
Çünkü bir kere nezaket kesin bir tanımı olan bir kavram değil. Tarihin değişik zamanlarında, kadınların kendi adlarına konuşmaları ya da toprak kölelerinin lordlarına cevap vermeleri nezaket kurallarının dışında sayılıyordu. Bizim istediğimiz nezaket anlayışının bu olmadığı kesin, ama bu da birilerinin nezaket anlayışıydı. Bizim nezaket anlayışımız çok yol kat etmiş olabilir, ama mükemmelliğe ulaştı mı? Nezaketin kuralları hep birileri tarafından, birileri için yazılagelmiştir. Nazikçe ifade edildiğinde anlamının çoğunu yitirecek daha nicesi vardır halbuki, ya da düzgün bir İngilizce’yle ifade edildiğinde.
Bugünün nezaket kurallarını kimse ihlal etmediyse n’olmuş yani? Peki ya herkes bir gün gerçekler ortaya çıkar umuduyla savlarını bıkmaksızın ve usanmaksızın tekrarladıysa? Peki ya gücendiği zaman kimse sesini çıkarmadıysa? Ya da nezaketi boşverip bağırmak, küfretmek, yumrukları konuşturmak zamanı geldiğinde sessiz kalıysa herkes? Belki de adalet, adaletsizliğe nezaketle sabredenlerin olacaktır; ya da belki bu yolu sadece en cesurlar ve en güçlüler tutacaktır. İnsan tarihinin en yüce erkeklerinin ve kadınlarının, Mandelaların ve Gandilerin, nezakete tutunduğu ve (vurana) diğer yanaklarını uzattıkları doğru. Ama bu herkesin harcı değil, çünkü herkes evrenin ahlaki örgüsüne sonsuz bir bağlılıkla inanmıyor, ya da ne kadar uzun zaman alırsa alsın günün birinde kendi kendine adaletin sağlanacağına. Doğrusunu söylemek gerekirse ben diğer yanağımı çevirip sabırla bekleyemem, bu yüzden de başkalarının aynı şeyi yapmalarını isteyemem.
Varsayımsal güvence prensibi
Şimdiki haliyle 10 taslak prensip bazılarının çıkarlarını diğerlerinden daha fazla hizmet ediyor. Söz konusu ifade özgürlüğü olunca, ne kadar çok, o kadar iyi, diye bir şey söz konusu değil. Eğer sesimizin ne kadar yüksekten çıkacağını bilmeseydik, herkes için sınırsız ifade özgürlüğünü tercih etmezdik. Herkesten saygılı olma sorumluluğunu yüklenmesini, tartışmanın tüm taraflarını samimi bir şekilde ve açık bir zihinle dinlemelerini istemeliyiz.

Devamı İçin:


Comments (6)

Buradaki otomatik çevirileri Google Translate (Google Çeviri) yapmaktadır. Bu çeviriler size katılımcının söyledikleri hakkında genel bir fikir verecektir. Fakat bu çevirilerin doğruluğuna güvenilemez. Lütfen çevirileri bu notu aklınızda tutarak okuyunuz.

  1. The more I familiarise myself with the site, the more I am convinced that the notion of free speech cannot be separated from the broader idea of human rights and individualism. The ten principles of free speech make sense only in this context.

    Unfortunately, no background for the principles has been described or even mentioned anywhere on your web pages. In the absence of such a framework all interpretations are likely to be correct and anything could be proved. In my opinion, presenting a list of rules without providing a framework within which these rules could be interpreted and applied coherently is not enough.

    Even worse, the link inviting readers to challenge premises of the forum was buried deep inside the text and the whole issue relegated to the back pages no one ever visits.

    wesraja

  2. “WE” COMES BEFORE “I”

    Hi sebastianhuempfer,

    Thank you for the reply. I will use Rev. Fraser’s article in the Guardian1 as an example of the issues I regard important. Consider the following passage:

    “…one of the most familiar modern mistakes about faith is that it is something that goes on in your head. This is rubbish. Faith is about being a part of something wider than oneself. We are not born as mini rational agents in waiting, not fully formed as moral beings until we have the ability to think and choose for ourselves. We are born into a network of relationships that provide us with a cultural background against which things come to make sense. “We” comes before “I”. We constitutes our horizon of significance…”

    It is easy to notice that Rev. Giles Fraser does not really argue against the interpretation of faith, but against privileging the individual rather than the social group in matters involving faith. The two phenomena have different scales but they are part of the same process. Even the reverent himself would not deny that beliefs are mental processes taking place inside the head, and that faith is a social process involving many individuals with heads on their shoulders.

    It is then reasonable to say that Rev. Giles Fraser disagree with the court decision because he has an interest in privileging social aspects (he says: Faith is about being a part of something wider than oneself), and the so called liberals privilege individuality (that is, the absolute priority of personal autonomy and individual choice). Rev. Giles Fraser conveniently overlooks the fact that the constitutional protection of individual rights was introduced in Germany to protect minorities from the kind of atrocities he writes about, irrespective of who commits them, and in what name they are committed.

    The argument made by Rev. Giles Fraser has a disturbing undertone to it. His statement that “We are not born as mini rational agents in waiting, not fully formed as moral beings until we have the ability to think and choose for ourselves. We are born into a network of relationships that provide us with a cultural background against which things come to make sense” makes me very worried because it could be interpreted that those of us who do not have Faith are not only retarded but also immoral and antisocial (not to mention being condemned to hell). You might say that I am oversensitive and read too much into the statement. It would be the case if it was an isolated statement, but, unfortunately, it is not.

    I agree with Rev. Giles Fraser, though, when he says: “We are born into a network of relationships that provide us with a cultural background against which things come to make sense.”We” comes before “I”. There can be no doubt that we all are born into some or other cultural group, which illustrates how difficult it is to grow up as an independent individual. From the moment we are born until we die we are indoctrinated by others about morality, obedience, and loyalty to a specific tribe, nation, class, gender or religion. At no stage we are taught how to be “self” in a responsible way. Neither our parents (perhaps with a few exceptions) nor educational system helps us to discover who we are and what it takes to be an individual. On the contrary, we are told that individuality really means selfishness which effectively discourages us from engaging in any such behaviour.

    Then it should come as no surprise that democracies based on individualism have never flourished for long. The Age of Enlightenment was quickly superseded by Romanticism which led to the rapid growth of nationalism which dispensed with individualism in favour of citizenship, and religious morality with civic duty, and piety with cultural loyalty to the tribe. The wars for national and tribal independence rolled out throughout Europe as a result. The long period of conflict between nations (as usual, at the expense of their citizens) lasted until 1945 to give way to a brief period during which an attempt was made to redefine the notion of individuality: in the west as social liberalism and in the east as communism. It failed in both cases, most likely because the conception of individual they used was defined entirely in opposition to the membership of the group.

    In my opinion, the ambitious program of Enlightenment never had a chance to survive in its original libertarian form. But this does not mean that it should be willingly abandoned. So far there is nothing better to replace it with (and perhaps never will be), as multiculturalism so venerated in many circles today is not really a social system but a product of the post imperialist era. You are right – individualism (and rationality) in its current libertarian form is not a very alluring option to many people. If the intellectuals of Europe want individualism to survive into the next century they have to put some thought into its redefinition. There is a lot more at stake than just free speech.

    There is one thing that Rev. Giles Fraser overlooked in his article. The only reason so many cultures can coexist on the continent of Europe today is the very individualism he tries to undermine. The tension between social groups (e.g. churches, ethnic groups) and individualism has existed ever since rights of individuals were put before rights of groups as a result of the Enlightenment. Replacing liberal democracy with one based on any particular culture or even multiculturalism is likely to destroy in the long run the very aspect which made Europe so attractive to so many newcomers.

    There is another issue I strongly disagree with Rev. Giles Fraser. It is simply not true that “… Liberalism constitutes the view from nowhere. Liberalism has no sense of history”. On the contrary, it is religion that has no sense of history – the stories in the Bible were frozen two-or-so-thousand years ago.

    There are many reasons why we have been living from conflict to conflict in modern history, and we have to find them all. One cannot get such answers from old texts or from people with vested interest, however. The future of the world lies with those individuals who are able to transcend specific culture in search for what we all have in common instead of what makes us different.

    1. See: http://www.guardian.co.uk/commentisfree/belief/2012/jul/17/german-circumcision-affront-jewish-muslim-identity

  3. The current discussion of free speech is a clear sign of confusion. The freedom of expression cannot be the goal in itself – the free speech is and always has been an integral part of individualism. Let me remind the reader, that all of us are born as individuals who only later in life become members of some group.

    The current problems have arisen from the hasty and misguided rejection of individualism. Today, the prevailing view is that all individuals have to be part of some or other cultural group to acquire identity and belong to a religious group to have any morality. This gives enormous power over individuals to various social organisations from religious sects and movements to tribal and national hordes. These social groupings are seen not only as desirable but also innocent – the common belief is that social groups benefit its members who always retain control over group’s behaviour. If this were the case, however, we would have no social conflicts, no bloodshed, and no wars. The history demonstrates quite convincingly that social behaviour has its own collective dynamics which is impossible to manage. It is for this reason I believe that the main role of government should be protection of civil rights of its citizens – just the way it was once done after the World War II. Do we need another world conflict to remind us about this imperative?

    Wars are waged not by individuals but by groups to advance their social expansion. Various cultural, tribal, national, religious and political organisations fight their dirty wars by proxy using own members. In this forum we should therefore differentiate between those who are prepared to coexist with others as individuals, and those ones who act as door-to-door agents of their cultural groups.

    At the heart of current problems is not the issue of free speech. The real concern is that we somehow convinced ourselves to forgo our heritage of Renascence and Enlightenment and with it the memory of what really matters in life – the human individuality and reason.

    • Thank you for your comment – although I disagree with you, I think you make a compelling case and an interesting point.

      Here’s a counterargument, and it’d be great to hear your opinion on it:

      “We are not born as mini rational agents in waiting […] We are born into a network of relationships that provide us with a cultural background against which things come to make sense. “We” comes before “I”. We constitutes our horizon of significance.”*

      I think this is true especially for people who are conscious of their cultural background because they are constantly reminded of it. And I find it problematic to tell them, just endorse individualism and rationality and all will be fine.

      [*Rev. Giles Fraser for the Guardian’s Comment is Free http://www.guardian.co.uk/commentisfree/belief/2012/jul/17/german-circumcision-affront-jewish-muslim-identity%5D

  4. I believe without freedom of speech it is impossible for a country to advance..Even more to this, it is impossible for the world to advance since nowadays our voice is heard worldwide due to social media networks and global networking connections which has made the world connected. However as we tend to see what has been taking place in the middle east for the past 2 years now, after the different revolutions happening in 2 different countries and the 3rd one on its way, i have to disagree with you lates comment Mr sebastien Huempfer. First of all if you call freedom of speech “meaningless” then we will never be able to advance in this world and will live miserable lives and it will get worse and worse each year since we all know that the minority which control us, will only be brought down or heard through freedom of speech. Freedom of speech is the only political weapon which 2nd class citizens as you call it, i would better name is anarchists, hold this freedom to right for there rights and justice. It is a fact that we have no power however if we do not struggle to shout out and fight for what we believe in than we are only going backwards in our standards of living. To overcome this opression and extreme inequality around us, we MUST have freedom of speech so that we can express fully what we feel and trigger others who are helpless to join and create on big community to fight for our justice and overthrow this unjust regime which we live in.

İstediğin dilde bir yorum yaz

Öne çıkanlar

Öne çıkanları görmek için sola kaydır


Özgür İfade Platformu Oxford Üniversitesi, St. Antony's Koleji'ndeki Dahrendorf Programı'nın Özgürlük Çalışmaları için yürüttüğü bir araştırma projesidir. www.freespeechdebate.ox.ac.uk

Oxford Üniversitesi