Gazetecilerin mahremiyeti ihlal gibi kutsal bir hakları yok

Önde gelen ifade özgürlüğü uzmanlarından Eric Barendt, İngiltere parlamentosunun mahremiyet hakkı raporunu gazeteci John Kampfner’in eleştirilerine karşı savunuyor.

Tahmin edileceği üzere basın, Lordlar ve Avam kamaraları ortak komitesinin özel hayatın gizliliği ve ihtiyati tedbir kararlarına ilişkin raporunu yayımlanır yayımlanmaz parça pinçik etti. 27 Mart 2012 tarihli The Guardian’da yayınlanan sert saldırılardan birinde yazar John Kampfner’ın seçtiği başlık “Daha sıkı mahremiyet yasaları yalnızca zengin ve güçlülerin işine yarar” şeklindeydi. Siyasetçilerin çoğu zaman mahremiyet yasalarını basın tarafından ortaya çıkarılması gereken skandalları gizlemek için kullandığını ima eden Kampfner, komitedeki milletvekili ve lordların ifade özgürlüğünü sözde destekler gibi göründüğünü öne sürdü. Gazeteci, rapordaki önerilerden birinin arama motorlarını mahremiyeti ihlal ettiği hükmüne varılan her türlü veriyi “hem kendi arama veritabanlarından hem de internetten silmeye” zorlayabileceğinden duyduğu kaygıyı özellikle belirtti.

Bu eleştiriler yerinde değil. İlk olarak komite, The Guardian’daki başlığın iddia ettiği gibi “daha sıkı” ya da daha sert mahremiyet yasaları önermiyor. Rapor, mahkemelerin ifade (ve basın) özgürlüğüyle özel hayatın korunması ilkesi arasında genelde doğru bir denge kurduğu değerlendirmesini yapıyor. Bu ilkelerin ikisi de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle teminat altına alınmış, 1998 tarihli İnsan Hakları Yasasıyla İngiliz hukukuna dahil edilmiştir. Mahkemeler ve daha önce mahremiyetle ilgili şikayetleri hükme bağlayan Basına Yönelik Şikayetler Komisyonu gibi organlar, karşılarına gelen her vakada ilgili tüm verileri temel alarak mahremiyetin mi yoksa ifade özgürlüğünün mü daha önemli olduğunu belirlemek zorundadır. Mahkemelerin mahremiyetle ilgili olarak karşılaştığı vakaların çoğu, herkesi etkileyen önemli toplumsal ya da ekonomik kararları alan siyasetçiler ve diğer toplumsal aktörler tarafından değil, cinsel hayatlarıyla ilgili bir haberin yayımlanmasını durdurmak için çırpınan futbolcular ya da ünlüler tarafından dava konusu edilmektedir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin hükmü gereği, siyasetçiler dahi belli bir mahremiyet hakkına sahiptir. Bir milletvekilinin geçmişte veya halen sekreteriyle ilişkisinin olduğu bilgisinin, seçmenlerini temsil etme yetisini ya da Avam Kamarası’ndaki görevlerini etkilediğine dair kanıt olmadığı sürece, kamu çıkarının gereği olup olmadığı net değildir.

Zengin ve güçlülerin mahremiyet yasalarından toplumun kalanından daha fazla yararlandığı kesinlikle doğrudur. Ancak bu durum büyük oranda sıradan insanların hayatı okurların veya da izleyicilerin ilgisini çekmezken, basın ve diğer mecraların zengin ve güçlülerin özel hayatları, özellikle de cinsel ilişkilerini çok daha sık haberleştirmesinden ileri gelmektedir. Dahası, komite raporunun 136. paragrafında da kabul edildiği gibi mahkemeye gitmenin maliyetini yalnızca varlıklılar karşılayabilmektedir.

Ritz ya da Dorchester otellerinin varlığına fiyatlarının fahiş olduğu gerekçesiyle karşı çıkılamayacağı gibi bu da tek başına mahremiyet yasalarına karşı çıkmak çin uygun bir sav değil. Özel hayatları bazen basının ilgisine mazhar olan sıradan insanların mahremiyetlerini korumak için mahkeme masraflarının düşürülmesi ya da daha gerçekçi bir biçimde, daha ekonomik başka mecralara erişiminin kolaylaştırılması bir çözüm olabilir. Komite raporun beşinci bölümünde (203.-209. paragraflarda) mahremiyetle ilgili şikayetlere dair alternatif çatışma çözümleme mecraları önerisi de dahil olmak üzere, mahremiyetin yeniden biçimlendirilmiş bir basın düzenleyicisi tarafından korunmasına yönelik makul ancak müphem bir dizi tavsiyede bulunduğu halde nedendir bilinmez, Kampfner eleştirisinde bu tavsiyeleri göz ardı etmiş.

Karşımızdaki asıl sorun, twitter kullanıcıları, blog yazarları ve ne yazık ki sorumsuz milletvekilleri tarafından (raporun mecliste mahremiyet hakkı ve ifade özgürlüğü arasındaki ilişkiyi inceleyen 6. bölümüne bakınız) gayet kolayca göz ardı ediliveren mahremiyet haklarının etkili bir şekilde nasıl uygulanabileceğidir. Geleneksel kitlesel basının genel itibariyle, davacının kimliğinin gizli tutulması da dahil olmak üzere mahkeme kararlarına uygun hareket edeceğine güvenilebilir. Gerek kurumda çalışan gerek dışarıdan hukukçular söz konusu kuruluşları bu tür konularlda bilgilendirir. Dahası, özellikle yerel ve bölgesel basın kuruluşlarında çalışan editörler kişisel mahremiyet haklarının ihlalinin hizmet ettikleri toplum nezdinde itibar kaybının yanı sıra ciddi mali riskler taşıdığını bilirler. Blog yazarları ve twitter kullanıcılarının yasaya saygılı davranacağı konusunda ise hiçbir güvencemiz olamaz. Hatta özellikle mahremiyetin değeri konusunda şüpheleri olanlar mahkeme kararlarına karşı çıkmaktan keyif alabilir.

Dolayısıyla komite, mahremiyet haklarının özellikle internet ortamında (91 ve 119. paragraflar) daha iyi korunması için bir dizi tavsiyede bulundu. Bunlardan birisi Google ve diğer arama motorlarının, herhangi bir internet sitesinin içeriğinin belli bir kişinin mahremiyet haklarını ihlal ettiğine dair açık bir mahkeme hükmünün bulunması halinde söz konusu sitenin linklerini kaldırmaya özendirilmesine, gerekli hallerde mecbur kılınmasına yönelik mevzuat oluşturulmasına yönelikti.

Google’ın 110-115 arası paragraflarda yer alan ifadesine göre bu tür internet sitelerine erişimin engellenmesi teknik olarak mümkün olsa bile bu sitelerin takip edilmesi ilke olarak arzu edilir bir durum değildir. Max Mosley’in ifade ettiği üzere, komite Google’ın mahkeme kararlarının uygulanmasına yardımcı olmak konusundaki gönülsüzlüğüne son derece anlaşılır biçimde eleştirel yaklaştı. Google’ın yardımı, Kampfner’in iddia ettiği gibi mahremiyeti ihlal eden internet sitesinden ilgili verilerin kaldırılmasına değil, içeriğe erişimin engellenmesine yarayacak. Bu da tamamen başka bir mesele.

Basının genelde son derece ihtiyatlı ve önerilerinde de muhafazakar olan ortak komite raporuna yönelik eleştirisinin arkasında muhtemelen birbiriyle bağlantılı iki temel inanç yatıyor. Birincisi gazeteciler ve diğer yorumcular için yazdıkları her şeyin insanların asli yasal haklarından olan ifade özgürlüğü tarafından korunduğunu düşünmenin son derece kolay oluşu. Çoğu durumda öyle olsa bile her durumda değil. Ünlülerle ilgili gerçekten mahrem meselelerle ilgili dedikoduların ya da spekülasyonların, doğru olsalar dahi, ifade özgürlüğünün koruması altında olması gerekip gerekmediği son derece belirsiz. İkinci olarak ABD’de kürtaj hakkının kişisel mahremiyetinin veçhelerinden biri olarak görülmesi örneğinde olduğu gibi, mahremiyet kavramına çok çeşitli bağlamlarda kolaylıkla başvurulabildiği için, kıymeti pek takdir veya itimat görmüyor. Ama mahremiyet temel haklardan biri, çünkü mahremiyet hakkının olmadığı hallerde bireysel kişiliğimizi geliştirmek ya da bazen tartışmaya müdahil olmak için alanımız ya da geçerli olanağımız kalmayacaktır. Dahası, dost ya da sevgili olabilmek, bu hakkın varlığını gerektirir. Basının bu alanla ilgili savlarının istenmeyen sonuçlarından biri mahremiyet hakkının ortadan kaldırılmasıdır. Bu da özel ve kamusal hayat arasındaki arasındaki sınırı yok edecek, herkesin zararına olacaktır.

Bu makale Eurozine’de tekrar yayımlanmıştır.

UCL’de emekli hukuk profesörü ve alanla ilgili klasikleşmiş başvuru kitaplarından İfade Özgürlüğü‘nün (Oxford Üniversitesi Yayınları) yazarı olan Eric Barendt, İfade Özgürlüğü Platformu danışmanlarındandır.

Devamı İçin:


Comments (1)

Buradaki otomatik çevirileri Google Translate (Google Çeviri) yapmaktadır. Bu çeviriler size katılımcının söyledikleri hakkında genel bir fikir verecektir. Fakat bu çevirilerin doğruluğuna güvenilemez. Lütfen çevirileri bu notu aklınızda tutarak okuyunuz.

  1. Privacy needs to be protected regardless of ones status in the community and journalists do not have the right to invade ones privacy by whatever means available under the guise of Freedom of Speech. You only need to look at the case involving News Corp hacking the phones of celebrities, dignitaries, royals and even victims of 9/11 to know that the lines are no only blurred but bordering on obliteration.

    News should be that which is deemed relevant to the populace. It should directly impact our lives or offer valuable information. It should be meaningful, and not be the loose facts or, in many cases, pure fiction that makes up todays tabloid papers.

    Does the public need, much less, have a right to know the inner workings of another’s personal life; I don’t think so. Sure, it may be interesting fodder for the morning coffee klatch or water cooler collective to discuss what celebrity, politician or sports figure is dating who, having an affair, dines at what restaurant or has bad breath, but is it really fair much less necessary. If you argue as public figures they give up the right to privacy, as has been done repeatedly, where does it stop. What in this digital age constitutes a “Public Figure”? If it is broadly defined as one whom the public can easily have knowledge of, then to one extent or another we are all becoming public figures. Would you like to have your life exposed and under the same scrutiny as a celebrity. Just because they have a job that puts them on film should it really mean they are no longer private citizens?

    If you have a blog with 50,000 followers are you now fair game, has your notoriety elevated you to the status of losing your right to privacy. What if you have 2,500 friends on Facebook or post a video on Youtube exposing yourself to millions of potential viewers are you then a public figure. I would hope that most would say this does not constitute de facto enrolment into such a class, but are the definitions clear enough. According to attorney Aaron Larson: A person can become an “involuntary public figure” as the result of publicity, even though that person did not want or invite the public attention. For example, people accused of high profile crimes may be unable to pursue actions for defamation even after their innocence is established…

    To protect the affluent as well as the masses is important. To level the playing field perhaps the reporter who has invaded ones privacy, should he be found in violation by a court, be compelled to not only pay the court costs of his victim but pay a preset fine for each occurrence. This may well be deterrent enough to cause the privacy invader to think twice before publishing their findings to the world.

İstediğin dilde bir yorum yaz

Öne çıkanlar

Öne çıkanları görmek için sola kaydır


Özgür İfade Platformu Oxford Üniversitesi, St. Antony's Koleji'ndeki Dahrendorf Programı'nın Özgürlük Çalışmaları için yürüttüğü bir araştırma projesidir. www.freespeechdebate.ox.ac.uk

Oxford Üniversitesi