Hasan Cemal: Türkiye’de İfade Özgürlüğü

Komünizmden Kürt özerkliğine, Türk devleti bir dizi engel çıkararak vatandaşlarını ifade özgürlüğünden mahrum bırakmıştır. Gazeteci Hasan Cemal yazıyor.

Bu ülkede ifade özgürlüğünün kanatları Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında kırıldı.  Bugün bu kanatlar hâla kırık durumda. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye ‘‘çok partili demokrasiyi’’ denedi.  Ancak elde edilen onca başarıya rağmen, bugüne kadar birinci sınıf bir demokrasi haline gelemedi.

Soğuk Savaş yıllarında ifade özgürlüğünün ihlâli genellikle ‘‘komünizm’’ ya da ‘‘komünist propaganda’’ korkusuyla alakalıydı. Yazarların, gazetecilerin ve aktivistlerin tutuklanmasının ardındaki en büyük etken buydu. ‘‘Mussolini’nin İtalya’sından’’ etkilenilerek kanunlaştırılan Türk Ceza Kanunu’nun maddeleri, rejime karşı gelenlerin ve daha fazla demokrasi isteyenlerin başında Demokles’in kılıcı gibi sallandırıldı.

Soğuk Savaş döneminde, ‘‘komünist faaliyetler’’ ve ‘‘Şeriat savunuculuğu yapmak’’ – bazı gruplar tarafından Türkiye’de dini-siyasi rejimin gelmesini istemek – hapis cezasıyla sonuçlanıyordu. Ayrıca Türk devletinin kuruluşundan bu yana vatandaşlarını ifade özgürlüğünden mahrum etmek için bahane ettiği sözde ‘‘Kürtçülük’’ meselesi de vardı.

Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra, Soğuk Savaş kanunları demokrasinin iyi medcezirleriyle düzeltilmişti, fakat iş uygulamaya gelince, pek bir şey değişmedi. 1990’lardan beri, komünizm korkusunun yerini bölünme “korkusu” aldı. Bugünlerde Terörle Mücadele Kanunu Türkiye’deki ifade özgürlüğünün önünü tıkıyor, en çok da Kürt medyasını olumsuz etkiliyor.

Terörizm suçlamaları, terörist örgüte aracı olma ya da terörizm propagandası yapma gibi suçlar o kadar soyut ve açık-uçlu tanımlara dayanıyordu ki, özgür ifade ve medyanın sınırları önemli ölçüde daraltılmıştı. Dahası, Türkiye’deki hakimlerin ve savcıların konu demokrasi kültürü ve hukukun üstünlüğüne gelince gözettikleri düşük standartlar –başka bir deyişle yargının mentalitesi- ifade özgürlüğünün önünde önemli bir engeldi, ve engel oluşturmaya da devam ediyor.

Türkiye’yi ikinci sınıf demokrasi yapan yapının ve mentalitenin kökenleri 1923’e, cumhuriyetin kuruluşuna ve hatta daha da gerilere dayanıyor. Cumhuriyeti kuran askeri-sivil elit kesimler Türkiye’nin bir gün komünist olacağı ya da Şeriat rejimine döneceği ya da Kürtlerin ülkeyi böleceği paranoyasıyla yaşadılar. Bunun sonucunda sürekli demokrasiden korkar oldular.

21. yüzyılın ilk on yılına kadar, Türkiye’nin birinci sınıf demokrasi olmasını engelleyen ve Türk milliyetçiliğinden ırkçılığa kadar varan bir ideolojik spektrumu barındıran bu sistem askeri vesayet bilindi. 2000’lerin başından bu yana, AK Parti  yönetimde bu askeri vesayet giderek çözülmeye ve zayıflamaya başladı. Böylece ordu, ‘‘sivil otoriteye’’ itaat eder duruma geldi.

Soğuk savaş döneminde ve 1990’lara kıyasla, ifade özgürlüğünün kapsamı  genişledi. Ancak yine de durumu abartmamak gerekir. Dünün komünizminin ve Şeriatçılığının yerini bölünme altmetniyle terörizm aldı. Daha önce de bahsettiğim gibi, Terörle Mücadele Yasası,  Türk Ceza Kanunu ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ifade özgürlüğünü ihlal etmeye devam ediyor.  Bu durumdan en çok Kürt medyasını ve Kürt meslektaşlarımız olumsuz etkileniyor.

Bugün itibariyle yüzden fazla gazeteci hapiste. AK Parti hükümetinin başlattığı rakamlar tartışmasına burada girmek istemiyorum, çünkü hükümetin savlarını ikna edici bulmuyorum. Sözde bir hükümet sözcüsünün kriterlerine göre yüz değil de elli gazeteci hapisteymiş, ya da elli değil de otuz, veya otuz değil de yirmi gazeteci hapistemiş, ne fark eder?

Son bir nokta. Ama benim için çok önemli. Türkiye’de ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünün karşılaştığı sorunlar, sadece yasalardan ve bu yasaları uygulayan demokrasi karşıtı mentaliteden kaynaklanmıyor. Aynı zamanda siyasi iktidar da medya üzerine gölge düşürüyor. AK Parti hükümeti, ifade özgürlüğü üzerinde daha da soğutucu etki yaratacak bir baskı mekanizması yaratıyor – medya patronlarını içeren bir mekanizma. Bu mekanızma ise, tamamen olmasa da büyük ölçüde muhalefetin sesini kontrol etmek ve baskı altında tutmak anlamına geliyor.

Gazete sahiplerinin, güç merkezlerinden gelen bu baskıyı ve telkini hoş karşılamaları ya da en azından bu baskıya itiraz etmemeleri ülkedeki basın özgürlüğüne de zarar veriyor.

Bitirmeden önce, Türkiye’deki siyasi, tarihi ve sosyal tabular hakkında da birşeyler söylemek istiyorum. “Dokunulamaz” addedilen ordunun kudreti, Kürt kimliği ve hatta 1915 Ermeni meselesi gibi birçok kurum, olay ve kavram artık daha açıkça ve eleştirel olarak tartışılabiliyor. Ancak dava edilme riski ve bu davaları olanaklı kılan yasal düzenlemeler hâla geçerli. Dahası, İslam’ı, Hz Muhammet’i ya da Atatürk’ü eleştirmek  bugün hâla birer tabu.

Size bir örnek vereceğim. Meslektaşlarımdan biri, tanınmış roman yazarı Ahmet Altan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün diktatör olduğunu köşesinde yazdığı için mahkemeye çıkarılmıştı.

Teşekkür ederim.

Hasan Cemal, Türkiye’nin en önemli gazetecilerinden ve yazarlarındandır. Milliyet gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. 

Devamı İçin:

İstediğin dilde bir yorum yaz

Öne çıkanlar

Öne çıkanları görmek için sola kaydır


Özgür İfade Platformu Oxford Üniversitesi, St. Antony's Koleji'ndeki Dahrendorf Programı'nın Özgürlük Çalışmaları için yürüttüğü bir araştırma projesidir. www.freespeechdebate.ox.ac.uk

Oxford Üniversitesi